Mineraller

Mineraller

Mineraller pozitif tıpta, artı yada eksi elektirik taşıyabilen kimyasal elementler olan elektrolitler iyon adıyla anılır. Belirli bir sıvı içinde çözüldükten sonra yük taşıyan bir iyon haline gelen bu mineraller insan vücudunda hem kan ve left gibi dolaşan sıvılarda hemde hücrelerin içinde bulunurlar. Kan içindeki elektroitler, kan ph’ının yani asitlik derecesinin korunmasını ve ozmatik basıncın ( iki ortam arasında, örneyin kan ile hücreler arasındaki madde alışverişini sağlayan emeci basınç.) oluşmasını sağlar. Hücre içinde ise taşıdıkları kendilerine ait (elektirik yükü ) enerji yükü sayesinde hücre zarının içi ve dışı arasında potansiyel farkın ortaya çıkmasına neden olurlar.

Bu potansiyel fark, hücre içi ortam ile hücre dışı ortam arasında elektiriksel yükün farklı olması , hem bazı hücresel işlevler için, hemde sinirsel iletinin sağlanması için gereklidir. Hücre içinde ve dışında belirli bir miktar bulunma zorunluluğunun yanı sıra vücut işlevlerinin nomal bir biçimde sürmesi için elektrolitler arasındaki alışverişinde belirli bir denge içinde devam etmesi zorunludur, ufak değişiklikler bile organizmanın ağır hasar görmesine neden olabilir.

Günlük en az 1500 kalori sağlayan ve çeşitli gıdaları içeren bir beslenme düzeyinde mineral tuzlar, özellikle sodyum, potasyum, demir ve kükürt bakımından bir eksiklik söz konusu olmaz. Bitkisel ve hayvansal kökenli bütün besinlerde bol miktarda bulunan sodyum ve potasyum gibi bazı minerallerin belirli miktarlarda alınması gerekir. Bunların hemen hepsi günlük beslenme sırasında vücuda girer. Ama bazen metamolizma gereksinimlerini karşılayacak miktarda alamayabilirler. Özellikle çocuklarda, ruhsal gerginlik durumunda yaralanmalarda , kronik hastalıklarda mineral açığı ortaya çıkabilir. Birde zayıflama rejimlerinde en aza indirilen tahıl ve çikolata gibi gıdalarda bulunan magnezyumun, protein ağırlıklı besinlerce sağlanmaması bir eksikliğe yol açabilir. Besinlerden süt ürünlerinin uzun süre çıkarıldığı durumlarda kalsiyum eksikliği de gündeme gelebilir. Bu koşullar altında ve özellikle sinirsel, ruhsal şişmanlık grubuna giren hastalarda kas kasılmaları ortaya çıktığında, kalsiyum ve magnezyum içeren gıdalar alınması yararlı olacaktır. 

KALSİYUM (Ca)

Yapılan teknik ölçümlerde insan vücudunda 2kg kalsiyum tespit edilmiştir. Vücudumuzda kalsiyumun büyük bölümü ( %90 ) kemiklerde depolanır. Diğer ( %10 ) kısmı ise dişlerde, dokularda ve kan dolaşım sisteminde bulunur. Kemik dokusu ile kan arasında dinamik bir kalsiyum alışverişi vardır. D vitamini, paratiroit hormon ve kalsidonin hem bu alışverişi hem de bağırsaktan kalsiyum emilimini, idrar ve dışkıyla kalsiyum atılmasını karmaşık bir etkileşim süreciyle denetler. Kemiklerde gerekli sertliğin sağlanması yanında kalsiyum sinir uyarısı ve kas kasılması için temel öneme sahip bir mineraldir. Ayrıca hücreler arası yapışma ve hücre zarı yapısında önemli işlevleri vardır. Büyüme, gebelik ve emzirme dönemlerinde vücuda daha çok kalsiyum gerekir. Önerilen günlük kalsiyum miktarı yaklaşık 800mg’dır. Vücudun kalsiyum gereksinimi genellikle yumurta, süt ve süt ürünleriyle karşılanır. Gıda ile kalsiyumun eksik alındığı ya da kandaki  kalsiyum yoğunluğunun azaldığı durumlarda, vücut kalsiyum düzeyini normale döndürmek için kemiklerdeki yedek kalsiyum depolarından kalsiyumu kana verecek ve bu durum uzun süre devam etmesi sonucu kemiklerin yapısı gittikçe zayıflayacak, kolayca kırılabilir hale gelecektir.

Kandaki kalsiyum yoğunluğunun azalması ise kas uyarılabilirliğinin artması sonucu, bedenin kaslı bölgelerine kramp girmesine, regl dönemlerinde kramp karışımı sancılanmalara, bedendeki kurşun oranının artmasına, dolayısıyla kan dolaşım ve sinir sisteminde problemler yaşanmasına sebep olacaktır.    

Bağırsaktan gıda emiliminin bozulduğu, kötü emilim sentromlarında, bazı karaciğer hastalıklarında, kronik böbrek yetmezliğinde, bazı ilaçların kullanımında, bazı kanser türlerinde ve çeşitli hormon bozukluklarında da görülebilir.

POTASYUM(K)                                                                                                               

Vücudumuzdaki potasyum miktarı yaklaşık 250gr dır. Ve %98’lik bölümü hücrelerin içinde bulunur. Özellikle kas ve kan hücreleri potasyumdan yana zenginken, kemik ve beyin hücrelerinin potasyum içeriği daha azdır.                                                                                                                         

Potasyumun ana görevi hücre zarının elektiriksel etkinliğini korumak ve böylece bu hücrelerin uyarılabilme özelliklerinin devamlılığını sağlamaktır. Aldosteron ( böbreküstü bezi, böbreğin üst bölümüne yapışık 5gr ağırlığında bir salgı bezidir. O’nun salgıladığı hormonlardan biri ) hormonu kandaki potasyum miktarının sabit kalmasını sağlar. Aldosteron etkisiyle böbreklerden geri emilen her sodyum iyonuna karşılık bir potasyum iyonu ya da hidrojen izonu vücudun asit-baz durumuna göre böbrekten atılır. Ayrıca hücre zarındaki ’’ sodyum-potasyum pompası ‘’ da hücre dışına attığı sodyum iyonlarına karşılık potasyum iyonlarını hücre içine alır ve böylece hücre içi potasyum yoğunluğunun sabit kalmasını sağlar.          

Potasyumu özellikle sebzeleri tükettiğimizde vücudumuza alırız. Ve günlük almamız gereken potasyum miktarı ise 4gr’dır. Potasyum miktarının artışı kendini kas işlevlerinin azalması, psikolojik gerginlik, kalp ritim bozuklukları, böbreküstü bezi yetmezliği, çeşitli böbrek hastalıkları, tedavi edilemiyen şeker hastalıkları, ( alyuvarların yıkımına bağlı ) kansızlık ve şok gibi hastalıklar ortaya çıkabilir. Kandaki potasyum miktarının düşmesi ise halsizliğe, kas zayıflığına, kan basıncının düşmesine ve böbrek işlevlerinin bozulmasına neden olur. Potasyum eksikliğine sebeb olan nedenlerin arasında uzun süren ishal ve kusmalarda neden olabilir. Ayrıca kronik böbrek yetmezliği, böbreküstü bezi işlevlerinin bozulduğu bazı hastalıklarda idrardan atılan potasyum miktarındaki değişmeye bağlı olarak potasyum dengesizliği ortaya çıkar. Potasyum aynı zaman da radyoaktif bir mineraldir. Potasyum 39 izotopu ‘normaldir.’ Yani mükemel durağandır. Ve sadece 3.8 günlük yarı yaşamı vardır. Bir şekilde vücudumuzdaki potasyumun radyoaktif duruma geçmesi ve ömrünü tamamlaması süreci sonunda potasyum tekrar kazanılmaması halinde yukarda açıklanan fonksiyonları ortadan kalkar ve bulunması gereken yerlere kalıcı büyük hasarlar verir.                

 SODYUM (Na)

Sodyum hücre dışında bulunan esas elektroittir. Hücre dışı sıvılarının ozmatik basıncın oluşmasında çok önemli rol oynar. Asit-baz dengesinin sağlanmasında bikarbonat tanponlama sistemine etki eder ve sinirsel uyarı ya da kas kasılması gibi elektiriksel olaylarda önemli görevler üslenir. Hücre dışı sıvıların normal sodyum yoğunluğu 140mg/100ml iken hücre içi yoğunluğu ancak 10mg/100ml’dir.

Hücre içindeki ve hücre dışındaki sodyum yoğunluğunun bu kadar faklı olması hücre zarına yerleşmiş ‘’ sodyum-potasyum ‘’ pompasının işlevine bağlıdır. Bu ‘’ pompa ‘’ hücre içindeki fazla sodyumu hücre dışına atarken karşılığında potasyum iyonlarını hücre içine alır. Normal koşullarda insan vücudunun günlük sodyum gereksinmesi 5gr dır. Ama bazı sıcak iklimlerde ter ile atılan sodyum miktarı fazla olabileceğinden günlük gereksinim de buna göre artabilir.

Vücuttaki sodyum miktarının azaldığı durumlarda ise sinir sisteminin iletiminin yavaşlamasına bağlı olarak kas krampları, birden ayağa kalkıldığında antitansiyon düşmesine, bulantı, kusma, genel halsizlik, dikkat’i yoğunlaştırma güçlüğü ve dalgınlık gibi belirtiler ortaya çıkar.

Sodyumun kandaki yoğunluğun miktarı bir çok hastalığın tanısı açısından önemlidir. Kandaki sodyum düzeyinin artışı sodyum’dan yana zengin beslenmeyle, akut yada kronik böbrek yetmezliği nedeniyle idrar miktarının azalmasına yada böbreküstü bezini etkileyerek hormonların bozulmasına sebep olur. Buna bağlı olarak tansiyon yükselir, böbrek yetmezliği, sinir sistemi, sindirim sistemi, kaslı organlarda tahribat, kan basıncının yükselmesi ve sonucunda damarlarda genişleme ve böbreküstü bezinin bozulması sonucu, şeker, troit rahatsızlıkları, aşırı kilo alma ve kalp yetmezliğine kadar varan sonuçlar görülür.

FOSFOR (P)

İnsan bedeninde, vücut ağırlığının yaklaşık %1 kadar bulunur ve kalsiyum’dan sonra ikinci en fazla mineral olan fosforun %80’i kemik ve dişlerde depolanmış olan kalan %20’lik miktar ise dokularda ve kan’da öteki bazı minerallerle birleşmiş halde bulunur. Vücut’taki kalsiyum dengesinin sağlanmasında, karbonhidrat, lipitler ve proteinlerle ilgili tepkimelerin oluşmasında önemli rol oynayan bir mineraldir. Vücudun kimyasal enerjisini yüksek enerjili fosfat bileşikleri biçiminde depolanır.

Günlük alınması gereken fosfor miktarı ise 1.5-1.7 gr’dır. Bu miktar gelişme çağındaki çocuklar için daha yüksektir. Fosfor’dan yana zengin besinler süt ve süt ürünleri, balık, yumurta ve et’tir.

Vücut’taki fosfor miktarını böbreküstü bezdeki hormonlar dengeler. Fosfor işlevini yerine getirebilmesi kalsiyum mineralinin ve güneş enerjisiyle alınan D vitamine bağlıdır. Fosfor olmadan B gurubu vitaminlerin görevini yapması mümkün değildir. Element halindeki fosforun çok zehirli olmasına karşılık besinlerle alınan fosfatlar zehirsizdir.

 İYOT (İ)

İnsan vücüdun’da, yaklaşık 25mg kadar bulunan iyot’un 5’ te biri troit bezinde, geri kalanı ise değişik oranlarda kan’da, kaslarda, deri’de ve kemiklerdedir. Beslenmemizde deniz ürünlerinin bulunmasının yanı sıra yumurta ve inek sütünden de yeterli iyot alımı sağlanır. Sofra tuzuna eklenen iyot, besinlerden bu minerali yeterince alamayanları iyot eksikliğine bağlı guatırdan korur. Element halindeki iyot çok zehirlidir ve tıp’ta yanlız mikrop öldürücü olarak kullanılır.

İyot’un temel işlevleri troit bezinin çalışması ve troit hormonlarından tiroksinin ( T4 ) bileşimlenmesiyle ilgilidir. Buna göre vücudun ideal kilosunu ayarlayan, besinlerin enerjiye dönüşmesini sağlayan ve bağ dokularının sağlıklı çalışmasına yardım eden hormonların bir bölümünü iyot oluşturur. İyot, zihinsel gelişmede, vücudun gereksinimi olan enerji üretiminde, çocukların büyümesinde ve gelişmesinde, kilomuzun normal seviyede kalmasında, kolesterol ve proteyin sentezlemesinde, beden ısısının 36.5 derceyi korumasında, kemik yapısının yenilenmesinde, deri, diş, saç ve tınakların sağlıklı olmasında ve kalmasında, kan dolaşımı, solunum ve sindirim sistemlerinin sağlıklı çalışmasında hayati öneme sahiptir.

Ruhsal sağlımızın korunmasıda büyük oranda ona bağlıdır.

İyot eksikliği, troid bezinin büyümesine, dolayısıyla guatır hastalığına, yorgunluğa, derinin kurumasına, saçların zayıflamasına, enfeksiyonlara karşı dirençsiz hale gelmeye, cinsel güçün eksilmesine, memelerde bozuk yapılanmaya, meme ve mide kanserine, bakteriyel hastalıklara, hamilelerin düşük yapmasına, aşırı kilo alımına yada aşırı zayıflığa, cüceliğe ve aşırı iyot eksikliği beyinde hasara, zeka geriliğine ve sahırlığa sebep olur.

İyot fazlalığı ancak iyotlu tuzun aşırı alımıyla ortaya çıkabilir, ve ishale, kusmaya, ağızda acılığa, troid bezinin yeteri kadar homon salgılayamamasına, deri’de sivilcelere sebep olabilir.

DEMİR (Fe)

Demir, kanda oksijeni sağlayan hemoglobin molekülünün ve hücre solunumundan sorumlu enzimlerin temel bileşenidir.

Demir, normal bir erkek bedeninde kg başına 50mg, kadın vücudunda ise 35mg bulunur. Aradaki fark kadının gereksiniminin daha az olduğundan değil, adet kanamasıyla daha çok demir yitirmesinden kaynaklanır. Gıdalarla alınan demir ince bağırsaklardan emilir. Emilen demirin bir bölümü bağırsak hücrelerinde bulunan özel bir proteinle birleşerek ferritin denen bileşiğe dönüşür. Ferritin ince bağırsakta, vücudun demir deposu’dur ve vücudun gereksinim duyduğunda demir proteinden ayrılarak kana geçer. Kan yapımının artığı durumlarda ve böylece daha çok demire gereksinim duyulduğunda, emilen demirin büyük bir bölümü ince bağırsak hücrelerinde depolanmadan doğrudan kana verilir.

Kana geçen demir ise transferin denen özel bir proteine bağlanarak dokulara taşınır. Demir yanlızca alyuvararda değil, bütün vücut hücrelerinin yapısında bulunur. Bu nedenle demir eksikliğinden alyuvarlar dışındaki hücreler, özellikle çok hızlı çoğalan hücreler etkilenir. Akyuvarlarda, deri hücrelerinde, tırnak ve saçlarda, mukozalarda demir eksikliğine bağlı çok çeşitli belirtiler ortaya çıkar.

Demir eksikliğinin temelinde, sayılan nedenlerden her hangi biri yatabilir. Ama demir eksikliğine bağlı kansızlık en sık, şiddetli adet kanaması gören kadınlarda ortaya çıkar. Bu olgularda bütün kansızlık tiplerinde olduğu gibi, yüzde karanlık renkli halkalar belirecek. Soğuktan kolay etkilenen, nefes darlığı, kalp’te çarpıntı, sindirim sisteminde problemler, baş dönmesi, kemiklerin zayıflaması, saçların dökülmesi veya kırılması, kolay kilo almak, bellek karışıklığı ve zayıflığı okuduğunu veya dinlediğini anlayamamak, ten renginin soluklaşması ve yiyecekleri kolay çiğneyememek gibi durumlar ortaya çıkacaktır.

 Fazla miktarda kahve tüketiyorsanız, ülseriniz varsa, alkol kullanıyorsanız, kabız veya ishalseniz, yaşlıysanız, ağır spor yapıyorsanız, fosfor’lu yiyeceklere ağırlık veriyorsanız, vejeteryansanız kadınsanız, hamileyseniz, bebek emziriyorsanız veya regl günlerindeyseniz bedeninizdeki demir minerali azalıyor demektir.

Gıdalar arasında özellikle et, sığır karaciğeri, enginar, ıspanak, mercimek, badem, kuruüzüm, kuruerik, maydonoz, nohut, kurufasulye, kesildiklerinde veya soyulduklarında renkleri oksitleşen ayva, yeşil elma ve patlıcan gibi meyva ve sebzede olduğu gibi şarapta demir bakımından oldukça zengindir.

Demir minerali, ayrıca kanda bulunan bakterilerle ve vürüslerle savaşan korpuskülleri kuvvetlendirmektedir. Vücuttaki yeterli demir, antioksidan niteliği sebebiyle yorgunluğu ortadan kaldıracak, dinç bir beden sağlayacak, düşünsel konsantrasyonu artırarak sağlıklı bir algılama yeteneği verecektir. Ayrıca bizi hastalıklara karşı koruyan başıklık sistemimiz ( immunite sistem ) güçlenecek, enerjik bir yapı oluşacaktır.

İnsanda bulunan savunma mekanizmaları, vücuta giren  ihtiyaç ve yedekte bulunması gerekenin fazlası mineral ve vitaminleri değişik yollarla dışarı atar. Ancak bu sistem de aksaklık meydana gelirse, bedende fazla demir yığılması meydana gelecek, bunun sonucu olarak da halsizlik, baş ağrısı, nedensiz kilo kaybı, iştahsızlık, mide problemleri, derinin kızılımsı renge bürünmesi gibi olaylar baş gösterecektir.

Normal durumlarda günlük beslenmeyle kolayca alınabilen 10-15 mg demir, adet gören kadınlara bile yetecek bir miktardır. Ancak güneş enerjisi demir aktivasyonu için oldukça büyük bir faktördür.

MAGNEZYUM (Mg)

İnsan vücudu için temel öneme sahip bir mineraldir. Kas ve sinirlerin çalışmasında, protein bileşiminde rol alır.

Magnezyum beden ağırlığının yaklaşık binde beşi kadar vücutta bulunur. Bunun %65 kalsiyumla birlikte kemikler ve dişlerde, geri kalan %35 ise kan dolaşım sisteminde ve dokularda bulunmaktadır.

Kalp ve beyin daha yoğun bulunduğu dokulardır.Kalsiyumun kemiklere depolanması görevini yapar . Magnezyum C vitaminini etkili biçimde kullanılmasında, kalsiyum, sodyum, potasyum ve fosforun hücre yapılanmalarında ve vücudun kimyasal enerjisinin oluşumunda önemli rol oynar. Magnezyum anti-stres minerali olarakta bilinmektedir. Kasların gevşemesini, rahatlamasını, sakinleşmeyi ve 300 den fazla enzimin işlevinde rol alarak, bir çok yararının yanında, çeşitli türde enerjinin üretilmesini, saklanmasını, kullanılmasını ve aktarılmasını sağlamaktadır. Kandaki şekerin enerjiye dönüştürülmesi, dişler dahil kemiklerin gelişmesi ve sağlıklı kalması, sindirim sisteminin düzenli çalışması kalp damarlarının esnekliğini muhafaza ederek kalp krizlerinin önlenmesi, beden sıvılarındaki asit-baz dengesinin sağlanması da magnezyumla doğrudan ilişkilidir.

Aşırı terleme, stres, hamilelik, bebek emzirme, sportif faliyetler de aşırı zorlanma gibi durumlar, kandaki şeker yükselmesi, kafein, alkol ve idrar söktürücü ilaç kullanımı, sera ürünü yiyecekler magnezyum eksikliğine ve gereksinimine neden olur.

Sağlıklı beslenmeyle de alabileceğimiz magnezyum, ağırlıklı olarak kurubezelye, kurufasulye, badem, fıstık, semiz otu ve maydonoz gibi, besinlerde çok önemli miktarlarda bulunur.

Magnezyum eksikliği beyin, kalp, karaciğer ve böbrek fonksiyonlarında bozulmalara, enerji azalmasına ve dolayısıyla halsizlik, yorgunluk, göz kararması, sebepsiz baş ağrıları, yüksek tansiyon, böbreklerin taş üretmesi, kemik erimesi, kaslarda istem dışı kasılmalar, kalp’te çarpıntılar, algılama eksikliği, şaşkınlık, uyku bozukluğu, hafıza kaybı ve sinirlilik gibi psikolojik rahatsızlıklara sebep olmaktadır. Bebeklerin havale geçirmeside büyük oranda magnezyum eksikliğine bağlıdır.

Genellikle kalsiyum eksikliğiyle ortaya çıkan magnezyum fazlalığı da kasların yeterince kasılmamasına ve dolayısıyla bitkinliğe, hareketsizliğe, depresyona, bellek bulanıklığına, nefes darlığına ve kalp atışlarında düzensizliğe sebep olabilmektedir.

 FLÜOR (F)            

İnsan vücudunda eser miktarda ( çok az ) bulunan flüor minerali dişlerin gelişiminde ve sağlıklı kalmasında ve kalsiyumun kemiklere bağlanmasında gerekli bir mineraldir. Su da çözülen bir elment olan flüorun başlıca kaynağı içme sularıdır. Özellikle memba suları yani kaynak suları tercih edilmeli, şebeke suları genel olarak yağmur sularının birikimi olan barajlardan bizlere ulaşmakta, yerel yönetimlerin bu barajlara zaman zaman flüor atmaları gerekmekte aksi taktirde bu sular flüor açısından oldukça fakirdir. Beslenmeyle alabileceğimiz gıdalar kemik suyu çorbası, böbrek, karaciğer,tereyağı, peynir, sığır eti, kayısı ve çayda bulunmaktadır. Eksikliğide veya fazla birikmesi halinde kemik erimesi ve dolayısıyla kemiklerin kolay kırılması, dişlerin çürümesi, tırnaklarda kırılma, ve gözlerde katarak oluşması görülür. İlaç ya da takviyelerle, bir kerede alınan doz çok yüksekse öldürücü olabilen akut flüor zehirlenmesi görülebilir.

ÇİNKO (Zn)

Vücut için çok önemli bir mineraldir. Vücudumuzda yaklaşık 2-3gm kadar bulunan çinko özellikle karbonik bileşim enziminin temel bileşeni olarak bir kısmı alyuvarlarda bulunur. Vücutdun gelişiminin normal olması ve vücudun kendi kendini yenilemesinde önemli rol oynar. Her hücrede çinko bulunur. Erkerlerde en önemli kısmı prostat bezindedir. Ve üreme sistemi için çok önemli faydalar sağlar. Bunun dışında göz retinasında, dalakta, beyinde, kalpte, deride, böbreküstü bezinde bulunmaktadır.

Çinko minerali, bu organlarda üreme sisteminin, beyin fonksiyonlarının ve dolayısıyla zihinsel işlevlerin, kalbin ve kan dolaşım sisteminin düzenli çalışmasını, hücrelerin ve dolayısıyla bedenin kendisini yenilemesini, yaraların hızla kapanmasını sağlar. Cinsel gelişimi, fiziksel büyümeyi ve gelişmeyi, derinin sağlıklı kalmasını veya iyileşmesini, gözlerin, dalağın ve saçların sağlıklı kalmasını sağlar. Zehirli maddelerin ve gereksiz parçacıkların vücuttan atılmasına yardımcı olur. Başıklık sistemini koruyucu ve güçlendirici etkisi vardır, soğuğa, bakterilere ve vürüslere karşı koruma sağlar. A vitamininin faaliyete geçmesi çinko mineraline bağlıdır.

Akneler ve uçuklar onun etkisiyle iyileşir. Cildi güzelleştirir. Saç dökülmesini önlemeye yardım eder. Hücrelerin büyüyebilmesi, bölünmesi ve farklılaşması, koku ve tat alma duyularının işlevini yerine getirmesi, solunum sisteminin sağlıklı kalmasında, adet ağrılarını hafifletiği gibi kısırlık probleminin ortadan kaldırılmasında da etkilidir.

Alkol ve stres vücut’taki çinko oranını eksilten önemli etkendir.    Çinko eksikliği yukarda açıklanan organ ve fonksiyonlarının sağlıklı çalışmasına engel olacak küçükten büyüye bir çok hastalık meydana gelecektir. En önemlileri ise saçların dökülmesi, sedef ve sedef gibi cilt problemleriyle çok sık kaşılaşılır, gözlerde katarak oluşur, erken prostat büyümesi görülür, erkekler de sperm oluşumu azalır, kadınlar da yumurtaların gelişmesi aksar.

Sağlıklı beslenmeyle alabileceğimiz gıdalar kepekli ekmek, kurufasülye yumurta sarısı, dana eti, lahana, merçimek, karaciğer, ceviz ve badem bunlardan başlıcaları olarak sayılabilirler.

Fazla çinko vücut’tan idrar ve diğer boşaltım yoluyla ve terlemeyle atılır. Çinko’nun vücut’ta aşırı birikmesi de aşırı terleme, ishal, huzursuzluk hissi, mide tahrişine bağlı bulantılar, titreme gibi olumsuzlukların nedenidir.

BAKIR  (Cu)                                                                                                                  

İnsan vücutdun da yaklaşık 100-150 gr kadar bulunan bakır’ın on’da dokuzu kanda, onda biri karaciğer ve beyinde bulunur. Demir mineraliyle birlikte alyuvarlardaki hemoglobin molekülünü oluştururlar. Hemoglobindeki demir’in korunması ve C vitamininin vücut tarafından kullanılabilmesi bakıra bağlıdır.

Bakır minerali, kalbin düzenli çalışmasını, beyin sinilerinin ve bağ dokularının sağlıklı işlev yapmasını sağlar, vücut dokularının yeniden oluşmasında rol alır ve dolayısıyla merkezi sinir sisteminin düzenli çalışması bakıra bağlıdır. Hücrelerin solunumunda ve enerji oluşumunda vazgeçilmez öneme sahiptir. Dokuların şişmesini ve kızarmasını önler. Kemik yapısının sağlamlığı büyük oranda ona bağlıdır. Troid bezinin çalışmasında önemli yeri vardır. Kan dolaşım sisteminde kan düzeyini ayarlar, bu suretle alerjileri önler. Kırık kemiklerin kaynaması da ona bağlıdır.

Vücutta bakır mineralinin yeterli düzeyde olmaması, kansızlığa (anemiye) , işler ve tırnaklar başta olmak üzere kemiklerde bozulmaya, halsizliğe, solunum problemlerine, çocuklar da büyüme eksikliğine, mide ve bağırsaklar da rahatsızlıklara, kolesterol yüksekliğine ve beraberinde damar tıkanıklığına, saçların dökülmesine yaraların yavaş iyileşmesine, kalp çarpıntısı, kalp hastalıkları ve kalp krizleri görülebilir, cilt hastalıkları, troid bezi rahatsızlıklarına, bağşıklık (immunit) sisteminin görevini yapamaz hale gelmesine yol açabilir. Özellikle sinirler için önemli olan bakır, her türlü hastalığa karşı da  koruyucudur.                     

Bakır minerali, günlük dengeli beslenme ve yeterli güneş enerjisiyle birlikte alınabilir besinler, sığır karaciğeri, ceviz, kurufasulye, kestane, kurukayısı, mercimek, limon, fındık ve tere bu minerali alabileceğimiz ürünlerden bir kısmı.

Vücudumuz da bakır mineralinin fazla birikmesi, beraberinde çinko düzeyinin düşmesine ve beraberinde değişik sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Sebebi açıklanamayan eklem, kas ve baş ağrıları, huzursuzluk, stresten depresyona oradan da önemli akıl hastalıklarına doğru ilerleyen ruhsal bozukluklara uzanan rahatsızlıklar bunlardan bazıları.

MANGANEZ (Mn)

İnsan bedenini oluşturan tüm dokular da bulunan manganez, sinir sistemi için önemli olan bu mineral, beyin ve kasların beslenmesi için çok önemli. J ve B1 vitaminleri ile birlikte sindirim sisteminin düzenli çalışmasını sağlar, şekerin vücutta enerjiye dönüşmesine yardımcı olur. Kemik oluşumunda ve sağlıklı kalmasında, eklem bağ dokularının görevlerini yapmasın da, kıkırdakların yenilenmesinde, DNA oluşumuna, protein sentezine katılarak besinlerin enerjiye dönüşmesinde, erkek ve kadınların cinsel üreme güçlerinde oldukça önemli bir mineraldir.

Önemli bir antioksidan mineraldir. Zehirli maddelerin ve vücut için gereksiz duruma düşen hücrelerin dışarı atılmasını sağlar. Sinir sisteminin gelişmesinde ve fonksiyonel çalışmasında etkili, bağışıklık sisteminin güçlenmesine, virüs ve bakterileri öldüren doğal savunma hücrelerini herekete geçiren önemli bir mimeraldir.

Mineralin eksikliği ise erken doğumlara, sinirsel gerginliklere, kemik ve kıkırdaklar da anormal gelişmelere, romatizmal hastalıklara, çocuklar ve gençler de büyüme ve gelişme eksikliği, nedeni bilinmeyen zayıflamalar, deri de bozulmalara, mide problemlerine ve saçların beyazlamasına varan sebepler gösterilebilir.

 KROM (Cr)

Vücuttaki şekerin parçalanmasın da insülin etkisini artırıcı özeliğiden dolayı yağ, protein ve kolesterol sentezinde çok önemli rol oynar. Şeker hastaları için önemli bir mineral olan krom. Ensülin salgılamasın da işlevseldir. Kan şekerinin normal seviye de kalmasını sağlar. Zayıflama da faydalıdır. Açlık hissinin denetimin de yağların yakılmasın da, kas oluşumun da, kolesterolun düzenli kullanımın da, yaşlanmanın geçiktirilmesinde, enerji üretiminin ayarlanmasında, kemik erimesinin önlenmesinde önemli görevleri bulunmaktadır.

Kalp ve damar hastalıkları, damar tıkanmalarının giderilmesinde ve cinsel güç kaybının önlenmesinde yararlı olduğu gibi sağlıklı kalmasınıda destekler. Krom mineralini doğal elde etmenin en sağlıklı yolu dengeli beslenmemiz ve bolca güneş enerjisi almaktan geçer. Beslenmemiz de ise meyve ve sebzelerin kabuklarında, kepek’te, toz maya da kovan ve kara kovan bal peteklerinde olduğunu bilmemiz gerekir. Krom eksikliği ise tedirginlik ve huzursuzluk hissi, yorgunluk,şeker hastalıkları, damar sertliği ve aşırı kilo alma durumu oluşturabilir.   

SELENYUM (Se)

Vücudumuzda 1gr kadar bulunan selenyum, E vitamini ile birlikte, kanser ve tümör oluşmasını engeller. Üreme sistemi için çok önemlidir. Vücutta bulunan selenyumun yarısı erkeklerin testislerinde, erkek ve kadınların böbrek, pankreas ve dalağında bulunur ve bunların düzenli çalışmasını sağlar. E vitamini ile birlikte kuvvetli bir antioksidandır. Ve dolayısıyla hücreleri korur, onların zamansız yaşlanmasını önler ve dokuların zarar görmesini, kanser ve tümör oluşumunu, kalp krizlerini, radyasyon, nikotin, kimyasallar gibi zehirli maddelerin ve gereksiz oluşmuş hücrelerin bedenden atılmasını sağlar. Zararlı ültraviyole ışınlarından korur. Erken yaşlanmaya engel olur. Ayrıca protein sentezinde de rol alarak, çocuk ve gençler de büyümeye ve gelişmeye yardım eder. Sperm üretiminde ve spermlerin canlılığını muhafaza etmesinde etkilidir. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Derinin sağlıklı kalmasını sağlar. Troit bezinin yetersiz kalması durumunda T3 hormonunun oluşmasında devreye girer.

Selenyumun alınabilmesi dengeli beslenmemizin içinde olması gereken  gıdalar arasında, kepekli ekmek, karaciğer, toz maya, soğan, sarmısak, lahana ve balık mutlaka bulunmalı, bunlarla birlikte güneş enerjisi de alınmalı.

Eksikliği meme, kalın bağırsak ve akciğer kanserine, erken yaşlanmaya kalp ve damar hastalıklarına, bebekler de kafa yapısı bozukluklarına ve yetersiz büyümeye sebep olabilir.

Bu mineral fazla miktarda ve sürekli alınması, aşırı doz da kullanımı nedeniyle ortaya çıkan selenyum fazlalığın da ise göme, kas ve kalpte sorunlar, diş çürümeleri, ağızda kötü bir tat ve koku oluşumu, deride, saçlarda ve tırnaklarda değişiklikler görülebilir. Fazla alım sürdüğü taktir de ateş, iştahsızlık, sindirim sistemi bozuklukları, karaciğer ve dalak hasarları, sinir sisteminde istem dışı hareketler gibi sorunlar yaşanabilir.

KLOR (Cl)

Klor, vücut ağırlığının binde 15’ni oluşturur. Olmazsa olmaz şekilde potasyum ve sodyumla birlikte bulunması gerken bir mineraldir. Sodyum- klorür biçiminde hücresel sıvıda bulunur.

Hayatın devam edemilmesi için mutlaka gereklidir. Sodyum ve Potasyum ikilisiyle birlikte sindirim ve kaslı sistemlerin sağlıklı bir şekilde çalışmasını sağlar. Karaciğerin toksinlerle savaşmasına da yardımcıdır.Eksikliği aşırı terlemeye, kusmaya, ishale, bedenin aşırı su kaybetmesine, böbreklerin işlevlerini yeterince yerine getirememesi, akciğer iltihaplanmasına, saçların dökülmesine ve dişlerin çürümesine sebep olabilir.

SİLİSYUM ( Si )

Vücudumuzda eser miktar da ( çok az ) bulunan minerallerden olan silisyum, hücre zarlarını ve dokularını kuvvetlendirerek kanamaları, organların vakitsiz yaşlanmalarını ve bozulmalarını önler. Beyin yorgunluğunu giderir. Yaraların çabuk iyileşmesine yardımcı olur.

Doğal beslenmeyle elde edeceğimiz mineral, en fazla buğday kepeği, sarmısak, kurufasulye ve enginarda bulunur. Silisyum eksikliği, kemik, kıkırdak ve bağ dokularının bozulmasına, çocuk ve gençlerde büyüme ve gelişme bozukluklarına yol açabilir. Fazlalığı ise böbreklerin taş üretmesine, gözlerde katarak oluşmasına ve damarlar da plaka oluşumuna yol açabilir.

KÜKÜRT ( S )

Vücudumuzda eser miktarda ( çok az ) bulunan minerallerden olan kükürt, tüm yağların enerjiye dönüşebilmesi için, tüm vücut sıvıları ve iskelet için gerekli olan ve  yapısında olması gereken bir mineraldir, dolayısıyla yaşamsal öneme sahiptir.

Tüm dokularda bulunur. B grubu vitaminlerin görevlerini yapabilmesi ona bağlıdır. Solunum yolları, karaciğer ve alerjik rahatsızlıklar için çok önemli, oksijen dengesi ve beyin fonksiyonları, cildin, saçların, sindirim sisteminin mikroplardan temizlenmesinde ve safra salgılarını olumlu etkiler. Mantar öldürücü kimyasalların ana maddesidir.

Sağlıklı beslenmeyle alabileceğimiz kükürt minerali, çoğunlukla günlük gıdalarımızda mevcut, yoğun olarak tere, kurufasulye, mercimek, soğan, maydonoz, havuç, yumurta, balık ve karades’te bulunmaktadır.               

KOBALT (Co)

Bedenimizde eser miktarda ( çok az ) bulunan kobalt, aynı zamanda B12 vitamininin yapısında bulunan temel elementtir.

Damarların genişlemesini sağlar ve damar spazmlarını giderir, kan dolaşım sisteminin sağlıklı çalışmasında, demir ve bakır mineralleriyle birlikte kansızlığın giderilmesinde, karaciğer ve pankreasın fonksiyoner olmalarında önemlidir. Sinir sistemini rahatlatır, migren ve yüksek tansiyonu önler.Kobalt minerali dengeli beslenmeyle alınabilecek minerallerden, ancak günlük beslenmemizde soframızda olması gereken besinler arasında marul, ıspanak, pazı, şalgam, armut gibi besinlerde olmalı.

Eksikliği B12 vitaminin oluşmasını önlediği gibi, kansızlığın oluşmasında da büyük etkendir. Ayrıca yukarda adı geçen organlar ve sistemlerin fonksiyonel çalışmalarınada engel olacaktır.Aynı zaman da zehirli bir mineraldir. Bu nedenle aşırı alınmasında özellikle çocuklardan başlayarak tiroid hormonu eksikliğine ve kalp yetmezliğine yol açabilir.

BOR (B)

Vücudumuzda eser miktarda ( çok az ) bulunan bor minerali, kalsiyum, magnezyum ve fosforun sağlıklı bir şekilde hücreler tarafından emilebilmesi için gerekli olan bir mineraldir. Beyin fonksiyonlarının korunmasında ve gelişmesinde, kas yapısında, kemiklerin ve dişlerin sağlıklı kalmasında, vücudun fosfor dengesinin sağlanmasında, uykusuzluğun giderilmesinde önemli rolü bulunmaktadır.

Dengeli beslenmemiz içinde bulunan, besinlerimiz de bor minerali yeterli şekil de bulunur. Eksikliği, bu olumlu fonksiyonları ortadan kaldıracağı gibi, D vitamini eksikliğine de sebep olur. Güneş enerjisi mineral için olmazsa olmazlardan.

BROM (Br)

Vücudumuzda eser miktarda ( çok az ) bulunan brom mineralinin, bor minerali gibi şimdilik bilinen etkileri uykusuzluğu sona erdirici özelliğinin yanı sıra, sinir sisteminin de rahatlamasını sağlar.

Dengeli belenmeyle alabileceğimiz bir mineraldir. Bor mineralini de içinde barındıran yiyecekler, mevsiminde çilek, domates, elma, havuç, üzüm, kayısı, kavun, kereviz, lahana, pırasa, sarmısak, soğan ve turupta yeteri kadar bulunmaktadır.

BİZMUT (Bi)

Vücudumuzda eser miktarda ( çok az ) bulunan bizmut mineralinin şimdilik bilinen etkileri, özellikle anjin, bademcik, faranjit gibi boğaz hastalıklarının iyileşmesinde önemli olduğudur. Ve bu bölgelerin sağlıklı kakmasını sağlar.        

ALÜMİNYUM (Al)

Vücudumuzda eser miktarda ( çok az ) bulunan alüminyum mineralinin şimdilik bilinen etkileri uykusuzluğu ve kaygıları ortadan kaldırdığıdır.

NİKEL (Ni)

Vücudumuzda eser miktarda ( çok az ) bulunan nikel mineralinin, vücudumuzdaki etkileri tam olarak bilinmemekle birlikte, şeker hastaları için çok gerekli olan bir mineraldir. Aynı zaman da karaciğerin ve pankreas bezinin sağlıklı çalışmasını sağlar. Bu mineral dengeli beslenmemizin içinde olan, havuç, tere, lahana, mantar, ıspanak, soğan, incir ve karakovan bal peteğinde bolca bulunmaktadır.  

LİTYUM (Li)

Bedenimizde eser miktarda ( çok az ) bulunan lityum, doğada yaygın bulunan bir mineraldir. Kimyasal özelliği, sodyum ve potasyumla aynıdır ve bazı özellikleri magnezyuma benzer. Lityum, hücre içi ve dışı sodyum ve potasyum dengesini sağlayan ‘Sodyum pompası’ üzerinde en belirgin etkisini gösterir. Lityum, hücre içine girme yarışında sodyumun önüne geçerek sodyumu hücre dışında bırakır ve hücre dışına sodyumdan daha geç atılır. Sodyumun sinir iletisinde oynadığı son derece önemli rolü vardır. Bu rol dikkate alındığında lityumun dolaylı yoldan da olsa sinir iletisinin doğal dengesini ne ölçü de etkileyebildiği anlaşılır. Çaylarda, kahvede ve kakaoda bulunur. Bir fincan çay bu mineralin günlük gereksinimini önemli bir bölümünü sağlar. Bir fincan kahvede ( 5-7 gr kahve ) 0,15gr kafein bulunur. Bu miktar merkez sinir sisteminde uyarıcı etki gösterebilecek farmakolejik etkiye sahiptir. Kahve ayrıca mide asitti ve safra sıvısı salgılanmasını sağlar. Bağırsak hareketlerini hızlandırır, sindirim için oldukça yararlıdır. Buna karşılık, aşırı heycanlı ve huzursuz kişilikler, uykusuzluktan yakınanlar, troit bezi aşırı çalışanlar, ülseri, mide rahatsızlıkları olanlar, kalp hastaları ve hamileler aşırı kahve tüketmemeli.

Lityum eksikliğinde depresyon, psikolojik bozukluklar, bunalımlar, sinirsel rahatsızlıklar, uyuyamak, dikkat dağanıklığı, algılama azlığı, çevreye uyumsuzluk, kişilik bozulmaları ve beraberinde alkole yönelme olabileceği gibi sonuçta alkolikte olabilir.

Lityumun vücutta fazla birikmesi ise kanın yapısını bozucu etki yapar.